Ben, ben olmasaydım; benimle çok az konuşurdum. Çünkü...
1995 yılında Cartel'le tanıştım, mal mıyım (lan) ben? Ha? Hayatım Cartel'i tanımamla mi başlıyor? Yok böyle bir şey. 1995'te, servisle okula giderken servis şoförüne 5. sınıflarca verilen 'Cartel' albümü en fazla 20 dakika dinlendi ve şoför, ne olum bu, alın şunu saçma sapan şeyler dinletmeyin bana, dedikten sonra Cartel kaseti kabına kondu. Ben küçük yaşta 'Metallica - One' dinlerdim. Nereden elime geçtiğini de bilmiyorum zaten, tahminimce 18 yaşında satanist ve ardından ateist olan kuzenin odasından yürütmüştüm. Zaten o kuzen Çince öğrenip Japonya'ya kaçtı. ...
Okula başlamadan önce komşu kızlarıyla evcilik oynuyorduk. Daha o yaşta sapığın önde gideniydim. Babam bana "Allah seni her yerde görür, ona göre iş yap." derdi. Çocuk aklımca komşu kızlarını Ayşe Teyze'nin boş dairelerine sokar evcilik oynardım. Bizi kimse göremez diye düşünürdüm o zamanlar. Pisliğin tekiydim. Hadi siz soyunun televizyondaki kızlar gibi dans edin, ben de size o adamın yaptıklarını yapacağım, falan derdim. Yapardım da. Ama ne olduğunu bilmezdim. Daha sonra bana ailem 'Anaokulu' diye bir şey söyledi. Peh. Saçma sapan bir yerdi. Hiçbir zaman gitmek istememişimdir. Çok zorladılar, direndim; lakin gitmek zorunda kaldım. Şişko bir hoca vardı, bana belki yüz kere, "Bak evladım dört tane mevsim vardır; sonbahar, kış, ilkbahar, yaz. N'olur ezberle bunları." derdi. Ben, şimdilerde de yaptığım gibi "Peki!" der kurtulurdum. Bir hafta sonra hoca tekrar beni kaldırırdı ve ben yine dört mevsimi sayamazdım. En sonunda kadın çok sinirlendi ve bana bağırdı. Korkudan altıma yaptım. Eminim ki o yaşta olsaydınız ve size de bağırsaydı siz de altınıza yapardınız. (Dört mevsimi sayıp sayamamanız konusunda bir şey demiyorum. Bu bana has bir salaklık olabilir.) Çünkü hem altına yapmak çok zevkli bir şey, hem de kadın çok korkunç. Sınıftaki arkadaşlar da bana yardımcı oldular, o şekilde dört mevsimi saydım. Sınıf birden ayaklandı, oley oley sen çok yaşa gibisinden tezahuratlar ile beni kucakladılar. Havaya kaldırmaya çalıştılar ve ellerini bacaklarımın altından geçirdiler. Çok iyi hatırlıyorum, Musa adlı çocuk "Benim elim niye ıslandı yaa." demişti. Sonra sarı bir kız "Benim de ıslandı yaa." dedi. Sonra anladılar ki altıma yapmışım. Banane kardeşim! Ben mi dedim size ipucu verin, beni kucağınıza almaya çalışın...
Neyse, o şişko hoca beni revire yolladı. Hiç utanmadım, istediğim yere işerim kardeşim düşüncesiyle yöneldim. O esnada birazdan babam gelecek düşüncesiyle revire doğru depar attım. ...ve aniden önüme bir kafa çıktı. Bir çocukla çarpışmışız. Revirdeki hatun geldi, kısa süre sonra babam geldi, eve götürdü. Biraz dövdü falan. Adam olacaksın, hayat böyle geçmez, dedi. Babam bana öğüt verirken 'adam olacaksın' kısmı kafamda çok garip canlanırdı. Genelde çocukluğumda *boş vaktimi kiracımız olan Nurten Ablalarda TV izleyerek geçirirdim. Üstelik açık saçık filmler izlerdim, mesela Tecavüzcü Coşkun'un çoğu filmini onlarda izledim. (*Eh çocukluğun %99'u boş vakittir. Geriye kalan kısmında ise anne eve çağırır genelde. Ruh halimi siz düşünün artık.) Ama benim bir kabahatim yok, Nurten Abla'nın kocası -adını hatırlamıyorum- izlerdi. Nurten Abla da "Çocuğa izletme şöyle şeyler, hem sen de izleme onları bakim." falan derdi de. Takan kim. Aha işte babamın bana 'Adam olacaksın.' diye tabir ettiği şeyi ben genelde Tecavüzcü Coşkun olarak canlandırırdım kafamda. Çok hayalperest bir çocuktum, babam bana öğüt verirken ayrı alemlere dalar ve kafamı Coşkun'un yerine koyar, kendimi o tip bir adam olarak canlandırırdım.
Ama ah babam... Öyle haklıymış ki. Nice zamandır adam olmak için uğraşıyorum. Üstelik öyle kolay bir şey de değil.
Herkesin beklentisi farklı. En başta, adam olmayı kılık ve kıyafet külliyesi sanırdım. Doğal giyimlerimle bir topluma girdim, "Biz bol giyinenlerden hoşlanırız, moruk her şey RAP'tir ve her şey RAP için vardır." dendi. Toplumsal kalabalıkların, kitle dedikleri grubun içinde yüzdüğü denize girdim. Bol giyindim, başka bir topluma girdim... "Biz bol giyinenlerden hoşlanmayız, hayata küs, siyah giy, siyah gör, siyah yaşa, siyah falan..."
"Adam kıyafetle olmaz, kifayetle olur (lan).' diyorum kendi kendime.
Babamı örnek alıyorum, babam gibi giyiniyorum ve etrafımdaki insanlara bakıyorum... Hepsinin elinde kaşık, kuyu kazıyorlar. İş diyorsan dostluğu unutacaksın diyorlar, para varsa sırtın pamuktan kayadadır diyorlar...
Muhabbeti deniyorum, tatlı sözü deniyorum, bilgi, kılıçtan keskin kalem diyorum, okuyorum. Aslında işe yarıyor; lakin yetmiyor. Para diyorlar. Kıyafet diyorlar. Adam olmak için ne kadar saçma şeyler bunlar?
Her deneyimim merdiveni yukarı dayatmama izin vermedi.
Üstelik düştüm de kimi zaman. Kendi karakterimle boyadım her günümü, öğesi olamadığım insan cümlelerinin peşinde değilim artık. "Şu koca dünyada, beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı." deyü söz vardır. Hakikate kat gerekmez, nitekim beni beş kişi anlayabilirdi, onlar da hayatta değiller. Karakterimden ötürü beni salak sanıyorlar. Diyorum ki, size akıllı diyorlarsa, ben salağım.
...("Lan"ları kendim için söyledim.)Not 1: Bayaği mankafayım. Hafiften deliyim, odunum falan ama yalan söylemem.
Not 2: Herhangi bir konuda muhabbet etmeyecekler eklemesin. Burada bulunma amacım yazdığım ve içinde emeğimi saklayan yazılarımı okuma zahmetinde bulunan insanlara sunmak-tı. Bir süredir yazdığım şeyleri internette paylaşmıyorum. Yazdıklarımın bir kısmı kağıtlara, bir kısmı görselliğe yansıyabilir. Biraz kader, biraz kader değil.